Erdal Karakurt'un Bursa Festivali İzlenimleri


Erdal Karakurt'un Bursa Festivali İzlenimleri

 22. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali izlenimleri/ Erdal KARAKURT

 25-30 EYLÜL 2017 tarihlerinde gerçekleştirilen 22. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Festivali’ne festivalin üçüncü gününden itibaren gözlemci olarak katılarak, sanatla, tiyatro ile dolu keyifli bir süreç geçirdiğim için kendimi şanslı görüyorum.

Üyesi olmaktan onur duyduğum Assitej Türkiye Merkezi’ne, yıllardır bu festivale destek vererek dünyanın farklı yerlerinden tiyatro topluklarını çocuklarla ve gençlerle buluşturarak onları farklı ve özel hissettiren Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’na ve Bursa Büyükşehir Belediye’sine teşekkür ederim.

 Topluluk Fa7 “Karşılaşma”

Festivalin benim için ilk oyunu olan ‘‘Karşılaşma’’ elinde yan flütü ile taburede oturan bir sanatçı tam konsantre olup yalnızlığın tadını çıkaracakken bir adam sırtında bez bir çuval, elinde bavullarla ve bir sopa ile gelir. Eşyalarını yere koyarak bir süre sessiz kaldıktan sonra kadına gidip getirdiği objeler üzerinden onunla iletişim kurmaya çalışır ve giderek aralarında bir bağ oluşur, kaynaşırlar ve samimi bir diyalog gelişir. Bunun için söze gerek yoktur ve oyun boyunca söz kullanılmaz. İki yabancının müzik ve jonglörlük materyalleri üzerinden bir bağ oluşturmasıyla gelişen hikaye iki oyuncunun oyunu biçimlendirmedeki rolleri açısından dengeli ve keyifliydi. Oyunculardan birinin müzisyen oyuncu olması ve diğerinin usta jönglörlüğünü birleştirmek oyunu sıradanlıktan kurtarmıştı. Aksi takdirde sadece iyi bir jonglör ve iyi bir flüt sanatçısının performansı izleyebilirdik.

Adamı oynayan Laroussinie Remi, Jonglörlüğü  ‘’jonglörlük yapıyorum hissi vermeden’’ sade oyunculuğu yanında akışkan ve yumuşak hareketlerle müthiş bir beden hakimiyetine sahipti. Kafasında, şakağında, kolunda, dirseğinde tuttuğu irili ufaklı topları, tülleri, sopayla çevirdiği ayakkabısını, şapkasını kısacası materyallerinin hepsini kullanmada çok başarılıydı. Neredeyse mimik yoktu ve tüm dikkatimizi tek bir şeye hareketlere odaklıyordu; yaş grubunu düşündüğümüzde bunun gayet mantıklı bir tutum olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca yaş aralığından olsa gerek oyunun ruhuna uygun bir şekilde neredeyse ayak sesi dahi çıkmayan, minimum gürültü ve sessizlik içinde sadece flütün eşsiz ezgileri içinde oynanan oyun tıpkı anne karnındaki gibi, bir ninni dinler gibi çocukların ilgiyle izlediği başarılı bir oyundu.

Süre olarak yaklaşık 30 dakika olan oyun biraz kısaltılabilirdi ve dramaturgide de özellikle bağlantılarda daha temiz çalışılabilirdi. Bir uzak bir yakın, etki- tepki ile hafif geçişlerle gelişen masal hissi veren gayet keyifli bir oyundu.

Vol: 5 Tiyatro “Medea Belleği”

Henier Müller’in “Medea-Material” metninden hareketle oluşturulan “Medea Belleği”, Ömer Polat’ın yazdığı “Ben” metni üzerine kurulmuş. Farklı ülkelerden sanatçıların bir araya gelerek gerçekleştirdiği ortak bir proje olması yönünden beni çok heyecanlandırdı ve oyunu merakla beklemeye koyuldum.

İki kişilik oyunda, doğduğu toprakları sevdiği adam için terk eden Medea, savaş ve iktidar hırsına kapılan kocası tarafından aldatılır. İki oğlu ile denizin sonsuzluğuna sürgün edilen Medea, kendisi ve çocuklarıyla beraber şehirde kalmak için bir gün ister…

Fiziksel tiyatro yöntemiyle iki kadın oyuncu, delilik kavramı üzerinden geçmişin psikolojik tahlilini, sorgulamalarını, duygu çatışmalarını, kendi bedenleri ve dış dünya ile çatışmalarını anlatmada başarılı olsa da genel olarak oyunda izleyicinin ilgisini dağıtan bir anlatım biçimi hakimdi. Sahnede bir çalışmışlık, tasarı, enerji vardı, ancak seyirciyle buluşmada bazı eksiklikler olduğunu düşünüyorum. Bu tür deneysel çalışmaların seyirciye açılması çok önemli ve cesurca bir iş olduğunu düşünüyorum, bundan dolayı tüm ekibi kutluyorum. Fakat bunu yaparken atölye ya da stüdyo çalışmalarının ötesine geçerek ,seyircilerin de az da olsa sahnedeki dille ortaklık kurmasının gözetilmesi gerektiği düşüncesindeyim. Profesyonel, tiyatro öğrencileri ya da tiyatro ile içli dışlı olan kişiler dışındaki seyirciyle sahneyi buluşturmada yeni bir gözden geçirme ve kısa bir dramaturgi çalışmasıyla oyundaki bazı kavramların ışık, kan, bez projeksiyon gibi materyallerle daha da somutlaştırılması gerektiği görüşündeyim. Elbetteki bu her şeyi basite indirgemek fiziksel tiyatroyu veya bu alandaki tiyatro adamlarını yok saymak değil.

Hızlı geçilen fotoğraflarla verilmeye çalışılan ancak tam olarak ne anlatmak istediği belli olmayan dağınık reji vardı ve ne denildiği duyulamıyordu. Seyirciler oyuncuların ne yapmaya çalıştıklarını daha anlayamadan oyun birden bitti. 45 dakika olan oyun 'prova' halinde, ucu ucuna yetiştirilmiş yarım bir çalışma gibiydi.

Fiziksel tiyatro bakımından oyuncuların başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Bir tiyatro gösterisinden çok atölye çalışmasıydı. Yine de bu tür performansların daha da artması ve gelişmesi ülkemiz tiyatrosu adına oldukça önemlidir.

 Assitej Genç Sahne “Dünyadaki En Güzel Şey”

‘’Dünyadaki en güzel şey nedir?’’ sorusunun cevabının arayan iki anlatıcının aslında cevapları vardır; ama yol üzerinde onları şaşırtan sürprizlerle karşılaşırlar. Sorunun cevabı oyun boyunca sürekli değişecek, iki anlatıcı da beklenmedik bir yolculuğa sürüklenecektir.

Oyuncuların kostümlerini ve paravanı, paravanın gerisinde kullanılmayan birçok oyuncağı benimseyememe rağmen bir süre sonra hikaye beni aldı götürdü uzaklara… Samimi, sade bir dil ile izleyenleri sürükleyen gayet başarılı bir oyun olmuş.

Oyuncuların zıtlık içindeki uyumu ve acele etmemeleri, abartılı oyunculuktan uzak durmaları, seslerini bağırmadan gayet dozunda kullanmaları bir odada, evde küçük bir mekanda veya buluntu bir alanda hemencecik orada gelişen bir masal anlatılıyordu sanki…

Oyuncular neredeyse oyun boyunca genellikle ayakta durmaktaydı. Bu bir stand-up hissi verdi ve oyunu dinamik, sürükleyici kıldı. Ortalama 30-35 dakika süren oyunda 3-6 yaş grubuna hitap eden bu yaklaşımı sevdim.

Ayrıca ‘’Dünyadaki en güzel şey’’ ezgisi basit ama yaş grubu düşünüldüğünde akılda kalıcı olduğu söylenebilir. Ara ara çocukların sıkılabileceği yerlerde aynı ezginin girmesiyle oyun sıkıcılıktan uzak bir yapıya kavuşturulmuş. Tüm bunlara rağmen önde ikinci sırada oturmama rağmen oturma yerlerinin görüş açısı oyun izlemeye elverişli değildi. Tarihi Ördekli Kültür Merkezi mimari ve estetik açıdan sanat ortamına uygun görünse de oyun sahnelemeye uygun bir yer değil kanımca.

Genel olarak oyun süre, yaş uygunluğu, sahneleme anlayışı, dramaturjik ve pedagojik açıdan gayet başarılı bir oyun olmuş. Ayrıca üyesi olduğum Assitej bünyesinden bir oyunun da festivalde temsilcilik yapması çok hoşuma gitti.

Tiyatro Büyü “Düşler”

Oyun, yerine daha genç ve yetenekli bir palyaço geldiği için sirkteki görevine son verilen bir palyaçonun, tren istasyonunda beklerken kaçırdığı trenin ardından bir bankta derin bir uykuya dalarak düş görmesiyle başlar. İyinin ve kötünün bir arada verilmesi ve çocuğun kıza olan aşkının anlatıldığı hikaye, çocuk gözünden düş ile gerçek arasında gidip gelmiş ve büyülü bir atmosfer yaratılmaya çalışılmış.

Bir saate yakın süren Düşler’de dramaturgide sıkıntılar vardı, oyun uzun ve dağınık bir görüntü çiziyor, benzer tekrarlar dikkat çekiyor.

Oyuncu seyircilerin arasından illüzyonist edasıyla giriyor sahneye ve sonra el kuklası oynatıyor. Sonra bazen kuklacının varlığını hissediyoruz, bazen kuklanın varlığı baskın çıkıyor karsımıza. Bir ara bir konfeti patlıyor, ayrıca bazen Soner Akçay’ı kukla ile ilişkisini askıya alıp seyirciyi oyuna dahil etmesi gibi durumlar odaklanmada sıkıntı yarattı.

Gerçek mekan, kurgusal mekan gibi kavramların içiçe geçmesi dağınıklık oluşturmuş.

Soner Akçay’ın becerileri üzerinden ilerleyen oyunda kuklanın hareket kabiliyeti de göz önüne alındığında kukla oynatımı geri planda kalıyor. Kuklacıyı çoğu zaman görüyoruz, bu özellikle böyle tercih edilmiş. Kuklacının işinin zor olduğunu belirterek,  kukla oynatımından çok enerjisini oyuna hakim olmaya harcıyor; maket dekorların özenle yerleştirilmesi ve sahneye yetiştirilebilmesi gibi... Teknik olarak yer yer kuklacının yüzü görünüyor, yer yer hiç görünmüyor. ‘’Platform üzerindeki iç mekanı mı izleyeceğiz dış mekanı mı? Oyunun içine girip duyguya mı gireceğiz, yoksa mantığımızla mı hareket edeceğiz?  Kuklaya mı odaklanacağız kuklacıya mı?’’ Yetişkin oyunu olsaydı bunlar gayet izlenmesi keyifli bir hal alabilirdi ancak bu yaş grubu düşünüldüğünde rejide bir birliktelik sağlanamayarak rejinin dağınık olduğunu söyleyebilirim.

Oyunun tasarımı müthişti. Hem maket hem de gerçek ölçüdeki şemsiyeler ve renk tercihleri, küçük balon, bank, sirk maketi gibi birçok şey hem işlevsel hem de düş ile gerçek kavramı açısından oldukça başarılıydı. Ayrıca oyunda kullanılan sis makinesi atmosferi tamamen değiştirmişti. Ancak ışık zayıftı; kuklanın sahneye oranla büyüklüğü, platformun yandan görünme açısı yandaki seyircilerin hesaplanarak yapılmamış olması ise zorlanmamıza sebep oldu. Oyunun müzikleri oyunu sürekli ayakta tutuyor, müzik seçimleri de gayet başarılı olmuş.

Muhtemelen yönetmen dikkat dağılmasın diye konfeti patlatmayı tercih etmiş, seyirci ile ilişki kurmuş… İç ve dış mekanı, düş ile gerçeği, iyi ile kötü gibi zıtlıkları birleştirmeye çalışmış olması bakımından yeni bir şey denemiş… Ülkemizde bu tarz kukla neredeyse yok gibi, bu anlamda denenmesi cesaret ister bunu da belirtmeliyim. 

Boş Sahne “Çimidi”

“Akıl bu ormanı gözden daha iyi görür.

Akıl ki, görürken yalnızca gösterilene kanmaz.”

Aaron Shepard’ın "Wings of the Butterfly" öyküsünden uyarlanan oyunda, orman hakkında her zaman korkunç hikayelerin anlatıldığı bir köyde yaşayan küçük bir kız çocuğu olan Chimidyue her şeye rağmen ormanda nasıl bir dünya olduğunu merak eder. Bir gün bir kelebeğin peşinden koşarken kaybolur ve kendisini ormanda bulur.  Oyun, sıradanlaştırdığımız, fark etmediğimiz ya da unuttuğumuz duyguları, canlılarla ve doğa ile kurduğumuz ilişkileri ‘’yeniden’’ düşünmeye ve bizi sorgulamaya yöneltiyor.

Öncelikle söylemem gerekir ki, dinamik, eğlenceli bir o kadar da ince mesajların olduğu sürükleyici bir oyun olmuş. Hem yetişkinlerin eğlendiği hem de çocukların keyifle izleyebileceği bir oyun çıkmış ortaya. Seyircilerin arasından giren oyuncuların sahneye çıkmasıyla başlayan oyun dikkati ve ilgiyi toplamada başarılı olmuş ancak konuya çok hızlı girilmiş. Bu süre biraz daha fazla tutulsaydı ve ayrıca bir kaç küçük yinelemeler olsaydı ilk iletişimin hazzını daha fazla çıkarabilirdik kanımca.

Doğaçlamanın ve fiziksel tiyatronun yöntem ve biçimlerini kullanarak sanki bir atölyede, küçük buluntu bir mekanda buluntu objelerle hemencecik orada oynanan yaratıcı bir performans çalışması gibiydi. Metin çocuk gözüyle meselesini anlatmaya çalışmış ve ekip bunu yaratmada oldukça başarılı olmuş diyebilirim. Evrim teorisine gönderme gibi hem yetişkin hem de çocukların algılayabileceği  ironiler ve mesajlar vardı. Dekorun olmadığı ve aksesuar olarak da sandalyeler dışında küçük aksesuarlarla ihtiyacın görüldüğü oyunda müzik flüt gibi enstrümanlarla karşılanmıştı. Işık biraz zayıftı, oyun renkli ışıklarla desteklense çok daha başarılı olabilirdi. Yönetmenin, oyuncuya aynı zamanda müzik,  aksesuar, kostüm değişimi  gibi sorumlulukları da yükleyerek enerjinin hiç düşmemesini sağlamış ve oyunu gayet ekonomik bir hale getirmiş.

Disiplinli, konsantrasyonu sağlam ekip neredeyse hatasızdı. Ancak oyunculuklarda yer yer eksiklikler vardı; fakat oyuncuların tiyatro gönüllüleri, kısa bir tiyatro geçmişleri olduklarını göz önünde bulundurursak bunların öneminin olmadığı kanaatindeyim.

BGST Tiyatro Boğaziçi “Selam Sana Shakespeare”

‘’Eserlerini kendi mi yazdı başkaları mı? Shakespeare eserlerini yazarken acaba ne düşündü?’’ gibi soruların cevabının arandığı oyun, Shakespeare'in rüyasına giren esin perilerinin yüzyıllardır Shakespeare hakkında söylenen, yazılan, bulunan, düşünülen hemen her şeyin cevabını aramamıza yöneltmesiyle ilerliyor. Festival programında en çok dikkatimi çeken ve ilgiyle beklediğim Vol: 5 Tiyatro “Medea Belleği” ve ‘’Selam sana Shakesperare’’ oyunlarıydı.

Metin olarak çıkış noktası oldukça zor olan bu oyuna girişmek cesaret ve sıkı bir literatür taraması ister. Hangi oyunlarını, hangi tiratlarını, hangi önemli sözlerinin seçileceğine ya da Shakespeare’in hayatına dair hangi soruların üzerine gidileceğine karar vermek oldukça meşakkatli bir iştir. Shakespeare’i bir, bir buçuk saat içinde anlatmak oldukça zordur.

 Oyunun bütününde üslupta birlik yoktu, bunun da muhtemelen çeviri farklılıklarından ya da farklı türlerdeki oyunların yapısından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Budamanın zayıf olduğu, hemen her şeye örnek verilmesi mantığı yer yer zorlama gibi geldi. Sahneler tek tek başarılıydı, ancak bağlantılar ve oyun genelinde rejide birlik olmadığını söyleyebilirim. Önemli sahneler yerel ya da bizden olan deyimlerle sempatik bir hale getirilmiş. Oyunculuklar genel olarak başarılıydı ve seyirci eğlendi, etkilendi. Ancak oyunun temposu düşüktü ve yayılıyordu.

Oyun neredeyse dekorsuz oynandı; sahne ortasındaki üç basamak bence gayet mantıklı bir tercih olmuş. Kostüm, müzik, aksesuar kullanımlarında sadelik tercih edilmiş ama bence bunun yerine oyun hem görsel hem de işitsel anlamda daha zenginleştirmek adına daha yoğun olmalıydı.

Oyun, Shakespeare’i özellikle gençlere korkulacak bir şey olmadan esprili bir yöntemle tanıştırması ve öğretmesi bakımından oldukça önemli. Profesyonel dediğimiz sanatçıların ya da kurumların bile yanaşmaya cesaret edemediği cesurca ve sorumluluk almayı gerektiren bir davranış olması açısından takdire şayandır.

Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST), gösteri sanatları alanında, sanatsal faaliyetlerini öğrenci kulüplerinden başlayarak mezuniyet sonrasında da devam ettirmek isteyen herkese açık, eğitim ve araştırma faaliyetlerini özendiren ülkemiz adına önemli bir oluşumdur. 

Tarkoviç Kukla Tiyatrosu “Süper Doktor Dmitrov”

Oyun ile ilgili pek fazla bir şey yazmak istemiyorum. Bu yıllarda 90’ların kukla gösterisini izler gibiydim. Kukla oynatımı iyi değildi ve oyunculuklar enerji dolu olmasına karşın aşırı şekilde basmakalıp ve abartılıydı. Seyirci müzikli olan yerlerde ve kullanılan ‘’Doktor Bey, Hoş geldin’’ gibi cümlelerde eğlendi ve sempatik geldi. Gürültülü bir oyundu kukla ile oyuncunun bağı zayıftı ve ağız oynatmadan öteye gitmedi. Ancak bir kaç farklı kukla vardı ve bunlar iyiydi...

 

Kukla Evi “Karnaval”

Robert Schumann’ın mükemmel müziklerinden hareketle oluşturulan, bir kelebeğin peşinden koşan hem komik hem de zavallı “Pierrot” fakir ama iyimser “Arlequin” ve aşk dünyasındaki rakibi zengin ve şapşal “Pantalone”; ve tabi ki ilham kaynakları olan güzel ama bir o kadar da yaramaz “Columbina” ve daha bir çok kuklanın yer aldığı bir oyun. Dramaturgi açıdan sıkıntılar vardı, ortalama 30 dakika süren sözsüz oyun gereğinden fazla uzundu. Ayrıca 6 yaş ve üstü seyirci grubuna hitap eden oyunda pala ile kafa kesme, kafanın vücuttan ayrılması ve bunun süresinin uzun tutulması gibi sakıncalı olabilecek sahnelerin daha dikkatli seçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Elbette, günümüzde çocuklar birçok şeyi görüyor ve izliyor ancak bu, bu tür hassas şeylere dikkat edilmeyeceği anlamına gelmemeli ve bir şölen gibi gösterilmemeli. Bundan dolayı bence yaş grubu birkaç yaş daha üstten başlamalıydı.

‘’ kuklalar özgürdü, canlı idi…’’

Kukla oynatımı, kuklaların neredeyse tüm eklemlerin oynatılması, sahnede belirli bir oranda kostüm değişiminin gerçekleştirilmesi, sahne çukurunun kuklalarla değiştirilmesi, teknik olarak oldukça başarılıydı. Kuklacıların kuklalara hakimiyeti, kukla-oynatıcı ilişkisi, sahne trafiği kusursuzdu. Kuklalarda çok sayıda ip olmasına rağmen ne ipler takıldı ne de birbirine girdi. Eşeğin boynunu, kalçalarını oynatışı, ayaklarını yerde sürümesi inanılmaz yumuşaklıktaydı. Bale yapan kukla canlı gibiydi sanki… Diz çöken kukla, pişman olan kukla, havada ayakları yere temas etmeyen kukla… ve topuk burun dansı yapabilen kukla… Yaşayan kuklalar… muazzamdı!

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları “Karıncalar”

Festivalin son oyunu ‘’Karıncalar’’, Boris Vian’ın “Karıncalar” öyküsü, John Steinbeck’in “Bir Savaş Vardı” isimli kitabından ve Gökhan Aktemur’un kendi yorumunu da katarak uyarladığı tek kişilik ve yaklaşık seksen dakikalık bir tiyatro metni haline dönüştürülmüş…

Bir asker, nedenini bilmediği ve hiçbir şey anlayamadığı savaşta firar eder. Özgürlüğe koşup sevgilisine kavuşacağını sanırken ayağı bir mayına kilitlenir. İşgal için gittiği topraklarda kendine esir olan asker, hayatta kalabilmek için, topuğunu mayından ayırmamak zorundadır. "Burada ne kadar kalırım, bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa, artık ben seni bekliyorum!"

Oyun gereğinden fazla uzunluktaydı, oyunun süresi daha kısa olsa ve bazı yerler atılsaydı oyunun dinamizmi ve oyunculuk daha da öne çıkabilirdi. Bazı geçişlerde teknik olarak uzun esler olsa da tablolar arasında bütünlük sağlayan reji genel anlamda başarılıydı.

Oyunun dekoru işlevsel ve iyi tasarlanmış sahneyi doldurmuştu. Boş kaskların kullanılmış olması ve eğimli sahne tasarımı son derece başarılıYDI… Ses efektleri ve ışık oyunları ile yaratılan savaş atmosferi oyunu görsel olarak da doyurucu bir hale getirmiş ve tek kişilik oyunu daha da güçlendirmiş.  Müzikler, dramatik bütünlüğü destekledi ve müthiş bir enerji gerektiren oyunculuğu rahatlattı.

Oyuncu açısından bedensel anlamda oldukça zorlayıcı oyun 15-20 dakika kadar kısa olsa çok daha iyi olurdu. Dramaturgi anlamında metinde budamalar yapılmalı ve tekrar tekrar aynı duygu durumlarını yaratan kısımlar iyice elden geçirilmeliydi. Tüm bunlara rağmen oyuncu  ve oyun başarılıydı.

Öneri

Her akşam yapılan değerlendirme toplantıları biraz daha erken ve oyunun etkisi sürerken konuşulabilir, değerlendirme toplantısı dışında grupların birbirleriyle, gözlemcilerin, sanatçıların, üyelerin, festival komitesinin oyun değerlendirmeleri dışında da ayrıca farklı kurumlarda tiyatro yapan, farklı kültürleri ve farklı ülkelerdeki sanat anlayışlarını da kapsayan bir sohbet ortamı olabilir…

Oyunların bazıları için sahneler uygun değildi. Sahneleri çok fazla bilmediğim için hangi sahnenin hangi oyuna uygun olacağını bilemiyorum ancak program yapılırken bunlara dikkat edilmesi daha sağlıklı olabilir düşüncesindeyim.

            Otel genel manada iyi ve temiz bir otel. Ancak yemek seçeneğinin az olması, otelin şehre uzak olması ve otele ulaşımın uzak olması da sorun.

            Sonsöz

Festivalde emeği geçen başta üyesi olduğum Assitej Türkiye Merkezi’ne, Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ve Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’na teşekkür ederim.Ayrıca festivalde emeği geçen Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı personellerine güler yüzleri ve ilgileri için ayrıca teşekkür ederim. Sanat adına yapılan böyle kaliteli organizasyonların ülkemizin farklı şehirlerinde de devam etmesi dileğiyle…

 Erdal Karakurt Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü 

 

 

 

 


01.11.2017