Özgün Çakar Bursa Festivali İzlenimleri



 19. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali Gözlemci Raporu

20-25 Ekim 2014 tarihleri arasında Assitej Türkiye Merkezi ve Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı ortaklığında gerçekleştirilen 19. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’ne gözlemci olarak katıldım. Beni çocuk ve gençlik tiyatrosuyla yeniden tanıştıran ve ilk defa geçen yıl katıldığım bu geleneksel festivale bu yıl ikinci kez katılma şansı yakaladığım için çok memnunum. Sanırım “çocuk ve gençlik tiyatrosuyla yeniden tanışma” faslını biraz açmam gerekiyor. Hepimizin bildiği gibi ülkemizde çocuk ve gençlik tiyatrosu alanında, yalnızca para kazanmak amacıyla, üç-beş günde, üzerine hiç düşünülmeden özensizce hazırlanan gösterilerle, yalnızca ebeveynleri rahat etsin diye birkaç saat çocukları oyalamayı amaçlayan çok fazla korsan tiyatro var. Elbette ki Türkiye’deki bütün örnekler üzerine konuşmuyorum, ancak yine de bu duruma ülkece çok da alışık olduğumuzu söylemeden de geçmek istemiyorum. Bunun böyle olmaması gerektiğini tabii ki herkes söyleyebilir. Ancak iyi örnekler izlenmediğinde bunun yalnızca söylem boyutunda kalması da kaçınılmaz olacaktır diye düşünüyorum. İşte bu anlamda, çocuk ve gençlik tiyatrosu alanında, yerli ve yabancı birçok iyi örnekle beni buluşturan bu festivale ve sayesinde gözlemci olarak katılabildiğim Assitej Türkiye Merkezi’ne çok teşekkür ediyorum.

            Festivalin ilk iki gününe katılamadığımdan, tüm performansları görme şansım olmadı. Ancak orada bulunduğum süre içerisinde atölye çalışması da dahil tüm etkinliklere katıldım. Bu açıdan festivalin benim için dopdolu ve son derece hareketli geçtiğini söyleyebilirim. Hatta bu anlamda, geçen yılki festivalle bu yılkini karşılaştırmam gerekirse, bu yılın içerik açısından çok daha zengin olması beni ayrıca mutlu etti. Hem yerli hem de yabancı daha çok performansla karşılaşma olanağı yakaladık. Ayrıca atölye çalışmaları açısından da geçen yıldan daha zengin bir program hazırlanmış. Yalnızca nicelik olarak değil, nitelik olarak da hem performansların hem de atölyelerin daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Burada, izlediğim tüm oyunlardan olmasa da beni en çok etkileyen üç oyundan kısaca söz etmek isterim. İtalya’dan “La Baracca” ekibinin Casa (Ev) adlı oyunu, Danimarka’dan “Batida”nın  Hepinizi Taçlandırıyorum’u ve son olarak da İspanya’dan katılan “El Patio” grubunun A Mano (El) adlı gösterisi söz etmek istediğim peformanslar. Bunun dışında Yunanistan’dan Alexis Tsiamoglou’nun yürüttüğü üç günlük dans atölyesi de bahsetmek istediğim konular arasında.

            Casa (Ev), biri kadın, diğeri erkek iki oyuncunun sahnede çok doğal bir şekilde devinerek, gündelik araçlarla oyunun sonuna kadarki süreç içerisinde seyircilerin dikkatini eylemekte oldukları oyunsu aksiyonlara çekerek, neredeyse farkettirmeden bir ev inşa ettikleri etkileyici bir performanstı. Hikaye şöyle: Biri çocuk, diğeri ise daha olgun bir çocuk veya yetişkin olarak da niteleyebileceğimiz iki kişi karşılaşırlar ve birbirlerini önce çekingence sonra biraz daha açılarak daha rahat bir şekilde tanımaya başlarlar. Bu arada olgun olanın elindeki son derece basit görünümlü plastik borularla oyunlar oynayarak yavaş yavaş bir evin mutfağını, banyosunu ve yatak odasını inşa ederler. Basit olduğu kadar sahnede çok işlevsel bir biçimde kullandıkları borular, başından beri iki karakterin oyun malzemesidir. Oldukça minimalist bir anlayışla bu kadar etkili bir sahne tasarımı ve atmosfer yaratmaları sanırım oyunun en ilgi çekici unsuruydu. Oyunu etkileyici kılan bir diğer unsur ise oyuncuların büyük bedensel atraksiyonlara girmeksizin, sakince ve yumuşak bir şekilde, fakat bir netlik içerisinde belirlenmiş hareketlerle, tabii ki kendiliğindenliğini de kaybetmeden, bedenlerinin olanaklarını çok iyi kullanıyor olmalarıydı. Bu olanağı, çok iç ısıtan bir hikayeye dönüştürebilmek ve hem yetişkin hem de çocuk seyircileri yarattıkları atmosferle sahneye çekebilmek konusunda oldukça başarılıydılar.

            Danimarkalı grup Batida’nın Hepinizi Taçlandırıyorum oyunu 3 müzisyen oyuncunun, kral ve oğullarının arasında geçen bir iktidar hikayesini anlattıkları oldukça eğlenceli bir oyundu. Bir kralın iki oğlu vardır. Büyük olanının hayali ileride kral olup ülkeye daha modern olduğunu düşündüğü çok daha büyük ve uzun binalar yaptırmaktır. Diğeri ise henüz sadece tüm gün oyuncaklarıyla meşgul olan küçük bir çocuktur. Babanın ölümünün ardından ağabeyle kardeş arasında kavga çıkar ve kral ağabey kardeşini saraydan kovar. Ormanda tek başına yaşamaya başlayan küçük kardeş açlıkla ve yoksullukla baş başa kalır. Bu arada kız kardeşleriyle beraber aç ve evsiz kalmış bir kızla karşılaşır ve onunla bir aile kurar. Beraber fakir ama mutlu bir hayat sürerler. Sonunda da pişman olan büyük ağabeyle barışıp, mutlu sona ulaşırlar. Hikayenin olay örgüsü bildiğimiz masalları andırır. Oyunu izlemeyip yalnızca konuyu dinleyen biri klişe bile bulabilir. Ancak oyunu izlediğimizde, bu üç müzisyen oyuncuya ve sahnelenişteki inceliğe hayran kalmamak mümkün değil. Oyun iki katmandan oluşuyor. Birincisi sözü geçen hikayeyi anlatan müzisyenler. İkincisi ise hikayedeki rol kişileri. Zaten oyun yoluyla bir hikaye anlatılacağı çocuklardan gizlenmiyor. Tüm rol değişimleri çocukların gözü önünde ve çok akıcı bir biçimde yapılıyor. Oyuncular birden fazla role girip çıkıyorlar. Söz gelimi kızı oynayan oyuncu aynı zamanda kralı da oynuyor. Üstelik performans, bu oyunsuluğun yanı sıra müziği de etkileyici bir unsur olarak hanesine ekliyor. Ayrıca, oyuncular müzikal yetenekleri ve hikayenin içinde yapmış oldukları küçük illüzyon gösterisiyle de parmak ısırttıracak cinsten. Son olarak oyun, kapitalizm, iktidar ilişkileri ve kentleşme adına büyük ve sevimsiz binaların her yere dikilerek yaşam alanlarımızı daraltması konularında alttan alta yapmış olduğu eleştiriyle de beğenileri topladı.

            Festivalin son günü izlediğim İspanyol grup El Patio da, A Mano (El) adlı yapımlarıyla festivale katılan, sonradan birinin seramikçi olduğunu öğrendiğim, iki kişilik oldukça genç bir ekipti. Oyunu hem yazıp, hem yönetip hem de oynayan bu iki oyuncu kurdukları büyüleyici atmosferle adeta çocuk, yetişkin hepimizi derinden etkilediler. Hiç söz kullanılmayan bu oyunun bir çeşit kukla gösterisi olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Ancak bu kuklalar bildiğimiz örneklerden biraz daha farklı. Tüm öykü, çok işlevli, bölmeleri ve en üstte bir de vitrini olan küçük ahşap bir masada geçiyor. Işık yalnızca masayı aydınlatıyor. Masanın üzerinde alçıdan bir yığın var. Siyahlar giyinmiş ve belli ki çok dikkat çekmemeye çalışan bir oyuncu alçıdan yığınla oynamaya başlıyor. Küçük parçalar koparıp, değişik şekiller yaratıyor. En sonunda parmakları üzerine taktığı yuvarlanmış bir alçıya göz burun ve ağız ekleyerek oyunumuzun baş karakterini yaratıyor. Sonra karakterimiz ömrünün geri kalanını geçireceği bir ikinci el dükkanının vitrinine konuyor. Oyun boyunca sevimli karakterimiz bu vitrindeki diğer eşyalarla ilişki kurarak, çeşitli maceralar yaşıyor. Oyun yine seyircinin gözü önünde yaratılan bir diğer karakterin, vitrine, baş karakterimizin yanına konmasıyla iyice hareketleniyor. Aralarında önce gerilimli sonra ise sevecen bir aşka dönüşen bir ilişki başlıyor. Oyun sonunda ikinci karakterin ortadan kayboluşuyla, baş karakterimiz vitrinde yine tek başına, hüzünlü bir bekleyişe gömülüyor. Hikayenin dokunaklılığından, çömlekten kuklaların yapılışına ve oynatılışına, iki oyuncunun sahnede arka planda fakat güçlü varoluşlarından, yaratılan büyüleyici atmosfere kadar her şey incelikle düşünülmüş ve uygulanmıştı. Henüz ilk oyunları olan bu ekip umarım gelecekte de birlikte çalışmaya devam ederler.

            Son olarak, festivale Yunanistan’dan katılan Alexis Tsiamoglou’nun üç gün boyunca yürüttüğü dans atölyesinden bahsetmek istiyorum. Atölye, David Zambrano tarafından geliştirilmiş “alçak uçuş” tekniği ile oyuncuların dansın ve hareketin olanaklarını sahnede etkin bir biçimde kullanması üzerine gerçekleştirildi. Üç gün üçer saatten toplam dokuz saat süren yoğun fiziksel çalışmalar yaptık. Özellikle oyuncunun yerle ilişkisi üzerinde durulan atölyede, yaptığımız alıştırmalar beden farkındalığını geliştirmeye yönelikti. Atölye ilk olarak, belirlenmiş bir teknik ve daha sonra bunun üzerinden yapılan doğaçlamalar şeklinde gelişti. Özellikle staccato (kesikli) ve legato (akışkan) hareketleri temel alarak bedenimizin her bir bölümünün olanaklarını keşfetmek üzerine yaptığımız doğaçlamalar benim için gerçekten çok ufuk açıcı oldu. Bu atölye sayesinde, sahnede bir oyuncunun bedeninin tüm olanaklarını etkin bir şekilde kullanması gerektiği konusu tüm katılımcılar tarafından bir kez daha görülmüş ve küçük de olsa bir tekniğe giriş yapılmış oldu. Bu, hiç olmazsa katılımcılar arasında bulunan genç oyuncuların bu alanda, gelecekle ilgili motivasyonlarını yükseltmesine bir vesile olmuştur diye düşünüyorum.

            Ancak bir iki küçük aksaklıktan da söz etmeden geçmek istemem. Üç gün süren bu atölyenin her gününün birbirinin devamı niteliğinde olmasına rağmen, her gün yeni katılımcıların gelmesi, atölyenin başından itibaren herhangi bir katılımcı listesinin bulunmayışı ve çeviri işini atölye sırasında kendi içimizde halletmemiz gibi küçük aksilikler de yaşanmadı değil. Her şeye rağmen, atölye yürütücüsü Alexis Tsiamoglou’nun alçak gönüllülüğü ve anlayışıyla ve yeni katılımcıları hemen çalışmaya adapte edebilen profesyonel tavırlarıyla, tüm atölye süreci hepimiz için çok verimli geçti.

            Sonuç olarak, festival benim açımdan son derece verimli geçti. Burada her ne kadar yalnızca üç performanstan da bahsetsem, izlediklerim içinde oldukça beğendiğim BGST’nin Lorca’nın Acıklı Güldürüsü ve Tiyatro Tempo’nun Karbeyaz Tavşan’ının da adlarını burada söylemeden geçmek istemiyorum. Fakat Gürcistan’dan katılan Tiyatro “Her Yer”’in Kel Şarkıcı’sı, Bulgaristan’dan katılan Pro Rodopi Sanat Merkezi’nin Civciv ve Hile’si ve Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın Kırmızı Balon’u beni maalesef biraz hayal kırıklığına uğratan performanslardı.

            Her yıl festivallere gözlemciler yollayarak, çocuk ve gençlik tiyatroları alanında, katılımcıları iyi oyunlarla buluşturan ve bu sayede bu alanda yeni işler yaratılması açısından büyük bir motivasyon kaynağı yaratan Assitej Türkiye Merkezi’ne ayrıca Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’na ve festivalin oluşturulmasında ve yürütülmesinde emeği geçen herkese teşekkür ederim.

 Özgün Çakar Özdemir

                                                                                                       

                                                                        


11.11.2014