Ceren Özcan Bursa Festival İzlenimleri



 19. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’nden Seyir Deneyimleri

                                                                                              Ceren Özcan

Assitej Türkiye Merkezi ile Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı ortaklığıyla, bu yıl 19.su düzenlenen Bursa Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’ndeydim. Bu yazıda, ilk kez gözlemci olarak katıldığım festivalde, beni etkileyen üç oyun hakkındaki izlenimlerimi aktarmaya çalışacağım.

22 Ekim Çarşamba sabahı, Bursa’dayız… 19. Bursa Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’nde gözlemci olarak bulunuyorum. Şehre varır varmaz, otele yerleşiyoruz ve kısa bir dinlenmeden sonra soluğu, İtalya’dan gelen La Baracca topluluğunun Casa (Ev) adlı oyununda alıyoruz. Oyun boyunca sahnedeki iki figür-bir çocuk ve bir yetişkin-odaları, mutfağı, banyosu olan bir evi plastik borular aracılığıyla inşa ediyorlar. Tüm bu kuruluş sürecini tetikleyen/hızlandıran ise oyun duygusu. Sahnede oyun oynama hevesiyle dolu bir çocuk ve bu duyguyu unutmuş olduğunu anladığımız bir yetişkin görüyoruz. Fakat yetişkin, zamanla çocuğun oyun davetine kayıtsız kalamıyor ve ikilinin oyun oynayarak kurduğu ev, “bir hikâye nasıl kurulur”un metaforu olarak da işlemeye başlıyor. Evin kuruluşu, aynı zamanda sahnedeki ikili arasındaki ilişkiyi ve oyunun seyirciyle etkileşimini de yeniden inşa ediyor. Burada şunu hatırlatmakta fayda var, inşa/kuruluş sözcükleri her ne kadar sabit bir yapıya gönderme yapıyor olsa da, oyuncuların sahne üzerinde etkiye/etkileşime açıklığı, “an” da olma ve değişime açıklık hissini canlı tutuyor. Bunun yanında, oyunda evin kurucu malzemesi olarak seçilen boruların plastik oluşu da, eğilip bükülebilir bir malzeme oluşuyla, oyunun ve oyuncuların esnekliğini pekiştiren bir öğe oluyor. Oyun, çocuk ve yetişkin tüm seyircinin dikkatini topluyor ve zihnimde şu soruyu tekrar uyandırıyor: İşe yaklaşım, tiyatral bir dil kurma, seyirciyle etkileşime açıklık gibi özelliklerini düşündüğümüzde, çocuk ve yetişkin tiyatrosu arasında prensipte bir fark görebiliyor muyuz? Oyundan çıktığımda, bu soru aklımda, tiyatroda uygulamaya dair temel meseleleri yeniden düşünürken buluyorum kendimi: gündeliğin dışında, tiyatral bir dil nasıl kurulur, izleyici oyuna nasıl dahil edilir, oyun esnasında etkiye açıklık nasıl mümkün olabilir, seyircide sahne ile birlikte yürüme hissini uyandıran şey nedir? Casa (Ev), festivalin diğer oyunlarını sabırsızlıkla beklememi sağlıyor.

Bir diğer oyun Danimarka’dan gelen, Batida’nın To Crown it All’u. Bursa Festivali’ni ve diğer çocuk/gençlik tiyatroları festivallerini takip edenlerin hâlihazırda bildiği, merakla beklediği Batida’yı izleme fırsatı bulduğum için heyecanlıyım. Oyun bize bir hikâye anlatıyor: Bir kral varmış, hastaymış, ölmüş. Kralın iki de oğlu varmış. Kral ölünce büyük oğlu taç giyecekmiş ve giymiş de. Gelin görün ki, kral küçük oğlunu, büyük olandan daha çok severmiş. Bu yüzden büyük prens, küçük prensi kıskanırmış. Oyun, işte bu basit kurgunun açtığı patikadan yola çıkarak, geniş bir açıklığa götürüyor bizi. Orada kıskançlığa, hırsa, sorumluluğun yüke dönüşmesine, aşka, güçlü/güçsüz olmaya dair sorular soruyor; acele etmeden, izleyicisine yüklenmeden. Oyunun 3 oyuncusu ekibin diğer üyeleri gibi müzisyenler ve en az bir enstrüman çalıyorlar. Hal böyleyken, müzik, oyunun ele aldığı aslında “ağır” olabilecek meseleleri, olumlu anlamda “hafifletmeye” yarayan, keyifli bir unsur oluyor. Oyun sonrası konuşmalarda öğreniyorum ki, oyun aslında çocuk tiyatrosu açısından bir tabuya dokunuyor: Politik bir konuyu, bunu gizlemeye çalışmadan çocuk tiyatrosunda işlemek. Kanımca, ekibin bu anlamdaki başarısı, her yaştan izleyiciye gösterim sırasında kendi yollarını bulmayı sağlayacak küçük patikalar, alternatifler açmaktan ve asla belli bir konumu dayatmamaktan geliyor. Oyunda dikkatimi çeken bir diğer özellik ise, hikâye anlatımı sırasında kullanılan araçların çokluğuna/çeşitliliğine (illüzyon, müzik, dans, akrobasi vb.) rağmen, kurulan müthiş denge oluyor. Anlatımı güçlü kılanın, üretim sırasında ortaya çıkan onca malzemenin bir kısmından vazgeçmeyi bilmek olduğunu hatırlıyorum. Batida Danimarka’da, yaklaşık 30 yıldır çalışıyor, üretiyor. Nice yıllara diyelim…

Festivalin son gününde izlediğimiz A Mano(Bir El), İspanya’dan gelen El Patio topluluğunun ilk oyunu imiş, kutlu olsun! Salona girer girmez, kendimizi özenle yaratılmış bir atmosferin içinde buluyoruz: küçük bir oyun alanı, loş bir ışık, sahnedeki tabelalar üzerinde kullanılan yazı karakterinin inceliği, kullanılan müzikler... Aynı özen, iki kukla oynatıcısının, sahneyi oynattıkları kuklaya bırakma tevazuunda da görülüyor. İki oynatıcı/oyuncu, küçük seramik çömleklerden yapılma kukla kafalarını, kendi elleri ve parmaklarıyla vücuda getiriyor. Bunu yaparken, bir kenara çekilmeyi o kadar iyi başarıyorlar ki, sahne tüm davetkârlığıyla bir çekim merkezi haline geliyor. Tüm eylemler titizlik ve yoğunluk içinde icra ediliyor ve bu yoğunluğun bana dokunduğunu/temas ettiğini hissediyorum. Oyunun telaşsız açıklığı, ve bunun yarattığı bir tür kırılganlık/incinebilirlik, seyir deneyimine de yansıyor. Kendimi sahnede olan şeyin zarar görmemesi için nefesimi tutarken buluyorum. Oyun sonunda, kanımca çok değerli olan “bana bir şey oldu” hissi dolduruyor içimi. Ve, ışıklar yanıp seyir yerine baktığımda, bu konuda yalnız olmadığımı görüyorum. Öyle ki, oyuncuların, oyun bittiğinde hepimize teşekkür edip, dilerseniz gelip malzemelere dokunabilirsiniz dediği an, bir gösterim sonunda yaşadığım en ilginç deneyimlerden birini yaşıyorum. Ekibin naif çağrısına uyup sahneye doğru gidenin, yalnızca ben olmadığımı, oyunu izleyen hemen herkesin, seyirci koltuğundan kalkıp, teşekkür etmek, tebrik etmek, en azından temas etmek için sahneye doğru yola çıktığını görüyorum. Bir an önce alkışlayıp salonu terk etme arzusu uyandıran-ve sayısı maalesef hiç de az olmayan-seyir deneyimlerinin hatırasını, olumlu bir başkasıyla değiştirebilecek kadar etkili bir an bu. Sahnedeki oyuncu/oynatıcıların gözlerinin parladığını fark ediyorum. Bir festivalin bu gibi buluşmalara ev sahipliği yapması ne güzel diye düşünerek, içimde bir çocuk sevinciyle, gelecek yıl 20.si yapılacak olan festivali hayal ederek Bursa’dan ayrılıyorum…

 

 


11.11.2014