Cüneyt Yalaz'ın Danimarka Festival İzlenimleri


Cüneyt Yalaz'ın Danimarka Festival İzlenimleri

 Danimarka Aprilfest İzlenimleri

Nisan ayının son günlerinde Danimarka’nın Sonderborg kasabasında Assitej tarafından organize edilen Aprilfest’in son üç gününe katılma şansına sahip oldum. (Bu şansa sahip olmamı sağlayan Türkiye Assitej’ine ve Danimarka Kültür Enstitüsü’ne teşekkür borçluyum.) Bu küçük ve sakin Danimarka kasabası olağanüstü yoğunlukta bir festivale ev sahipliği yaptı. Aprilfest her sene farklı bir şehirde gerçekleştiriliyor ve o şehre çocuk ve gençlik tiyatrosunun Danimarka’daki neredeyse tüm temsilcileri oyunlarını taşıyorlar. Bu yılki festivale 100 tiyatro topluluğu 169 farklı gösteriyle katıldı ve toplam 708 gösterim gerçekleştirildi. Festivale 700 profesyonel tiyatrocu ve 200 gönüllü katıldı; Danimarka’dan ve yurtdışından 386 festival temsilcisi, organizatör ve oyun seçici oyunları izledi. Festival bir yönüyle bir fuar niteliği taşıyor. Farklı festivallerin temsilcileri kendi festivallerine seçecekleri oyunları belirlerken, ülke içinden gelen öğretmen ve okul temsilcileri de öğrencilerine izlettirmek için oyun seçiyorlar. Hatta bazı okullar birkaç öğrenci ile birlikte geliyor ve onların beğenilerine göre seçim yapıyorlar (bu öğrencilerin seçim yaparken ki ciddiyetlerini ve beğeni düzeylerinin gelişkinliğini vurgulamak isterim).

Festivalde üç günde 13 farklı topluluktan 14 oyun izledim. Oyunları, genellikle “deneyimli” festival katılımcılarının tavsiyelerine göre seçtiğim için olsa gerek oldukça başarılı örnekler izlediğimi söyleyebilirim. Genel olarak dikkatimi çeken nokta çocuk/gençlik tiyatrosu etkinliğinin, yetişkin tiyatrosunun bir yan dalı, “arka bahçesi” ya da yeni mezun gençlerin istihdam edildiği bir “alt branş” gibi değerlendirilmediği oldu. Hemen bütün oyunlar bu türde uzmanlaşmış, oldukça yetkin tiyatrocular tarafından icra ediliyordu. Ve oyunların sahnelenişindeki özen, dramaturjik yaklaşımdaki incelik, ayrıntılı bir biçimde çalışılmış icralar dikkat çekiciydi.

Oyunların yanı sıra bir de konferansa katıldım. “Teen and Theatre” (Gençlik ve Tiyatro) başlıklı konferansta gençlerle yapılan tiyatro çalışmalarına dair iki sunum gerçekleşti. İlk sunumda Danimarka Amatör Tiyatrolar Birliği’nden Gitte Bech Ballisheim drama ve tiyatro vasıtasıyla kültürlerarası çalışmayı teşvik eden EDERED (European Drama Encounters- Avrupa Drama Karşılaşmaları) örgütünü ve bu örgütün her yaz düzenlediği gençlerle tiyatro kampını tanıtan bir konuşma yaptı. 17 yıldır gençlerle tiyatro yapan bir tiyatrocu olarak bu sunumun bir hayli dikkat çekici olduğunu ve Türkiyeli gençlerin tiyatro yaparak uluslararası karşılaşmalar sağlaması açısından olanaklar sunduğunu belirtmeliyim. Her yıl farklı bir Avrupa ülkesinde gerçekleşen EDERED kampı bu yıl Danimarka’da gerçekleştirilecek ve gençler terk edilmiş bir Tivoli (Danimarka’da lunaparklara verilen isim) alanında liderler eşliğinde farklı atölyeler gerçekleştirecek.12 farklı ülkeden altışar öğrenci olmak üzere toplam 72 öğrenci, 12 atölye lideri ile birlikte çalışacaklar ve sonunda bu Tivoli’nin farklı alanlarında icra edilen bir oyun sahneleyecekler. Daha önceki yıllarda Türkiye’den öğrencilerin de katıldığı –ve hatta 2012’de Türkiye/Seferihisar’da gerçekleştirilen- bu önemli organizasyona (maalesef bu buluşmalardan şimdiye dek haberimiz olamadı) bu yıl, sanırım Creative Europe’tan ayrıldığımız için, Türkiye dâhil değil.

İkinci sunum ise Limfjordsteatret’ten Gitta Malling tarafından yapıldı. Malling, kurucusu olduğu tiyatro topluluğunun genç seyirciyi tiyatroya çekmekte ne gibi stratejiler geliştirdiğini ve sosyal medyayı nasıl kullandıklarını anlattı. Bilgilendirici ama çok da derinlikli olmayan bir sunumdu.

İzlediğim oyunlar arasında Batida’nın oyunlarının dikkat çekici olduğunu belirtmeliyim. Çocuk ve gençlik tiyatrosuyla ilgili Türkiyeli tiyatrocuların aşina olduğu ama benim daha önce yalnızca Mardin’de bir sokak gösterilerini izleyebildiğim topluluk bu alanın seçkin örneklerini veriyor. 8-12 yaş grubuna yönelik olarak hazırlanmış “The Girl Scout Drama Troop Performs the Jungle Book” “Orman Çocuğu” adıyla bildiğimiz hikayeyi oynamaya çalışan bir kız izci tiyatro grubunu merkeze alıyor. İzci grubundaki kızların arasındaki iktidar çekişmeleri yüzünden gösterinin sağlığı sık sık tehlikeye girse de sonunda hikaye tamamlanıyor. “Orman Çocuğu” hikayesini ötekilik ve toplumsal cinsiyet tartışmaları ekseninde yorumlayan oyun son derece başarılı oyunculuklara sahip. “The Man Called Rolex” ise benim Aprilfest’te izlediğim oyunlar içinde en iyisi. Müzik kullanımının hayli yoğun olduğu ve oyuncuların aynı zamanda birkaç enstrüman çalan çok iyi birer müzisyene dönüştüğü oyun bir Roman ailesinin anlatıcılığında ilerliyor. Eski Doğu Bloku’nda geçen oyunda Roman ailenin genç kızı, ülkenin Büyük Lider’inin portrelerini yapan bir ressamla aşk yaşıyor. Ve bu ilişkiden bir çocukları oluyor. Yetimhanede büyüyen bu çocuk yıllar sonra ülkenin istihbarat servisinde üst düzey bir polis haline geliyor ve artık Lider’e karşı muhalif bir duruş takınan Ressam’ı öldürmesi için Lider tarafından görevlendiriliyor. Bu çarpıcı hikayeyi çok canlı ve yer yer mizahın yer yer hüznün egemen olduğu bir üslupla anlatan oyun son derece başarılı.

Danimarka’nın önemli gençlik tiyatrosu temsilcilerinden olduğunu öğrendiğim ZEBU topluluğundan iki oyun izledim. İzlediğim oyunlardan biri açıkçası beni bir parça hayal kırıklığına uğrattı. Suriyeli iki mülteci çocuğun hikayesine odaklanan Zilan üslubunun tek boyutluluğu ve oyunculuktaki zayıflıklar nedeniyle –ve biraz da fazla söze dayalı olması nedeniyle anlamakta zorluk çektiğimi belirtmeliyim- istenilen düzeye ulaşamıyordu. Farklı oyuncular tarafından icra edilen diğer oyunları ise başarılı oyunculukları ile dikkat çekiyordu ve hikayesini “küçük salon estetiği” içinde oldukça iyi anlatıyordu.

Tiyatro Pakrasket’in oyunu “Flyv” festivalde izlediğim en başarılı oyunlardan biriydi. Oyunda iki yaşlı kukla oynatıcısı var ve biz bu kuklacıların mekanına bilet alarak misafir oluyoruz. Onlar da bize son derece dingin ve zarif bir üslupla bir hikaye anlatıyorlar: Yetimhanede yaşayan ve çok şişman olduğu için kimse tarafından evlat edinilmeyen ve bir sirke verilen Max’ın hikayesi bu. Sirkte tanıştığı çok zayıf ve çok uzun bir kızla yaşadığı aşk lirik bir dille anlatılıyor. Gerek dekorun işlevsel kullanımı, gerek oyuncuların iki düzlem arasında başarılı geçişleri, gerekse de kuklaların ve kukla icralarının güzelliği oyunu üst düzey bir oyun haline getiriyor. Anlattığı hikayenin santimantalizme kaçmayan dokunaklılığı ise cabası.

Meridiano Teatret’in “Papirmane”si muhteşem bir görsellik içeren ve son derece dingin bir atmosferde ilerleyen pek sık rastlanmayacak türden bir kukla gösterisi. Teater Arrieregarden’den “El Concierto” ise iki kadın clown tarafından icra edilen bir mim-konser oyunu olarak tanımlanabilir. Clown’lardan biri daha aristokrat, primadonna, aşk acısı çeken ve ölü bir kişiliği canlandırırken diğeri daha halk içinden gelme, daha canlı ve eylem içinde bir kişiliğe sahip. Çok az Danca kullanılan oyunda İngilizce şarkılar hikayeye eşlik ediyor. De Rode Heste ve Teater Refleksion ortak yapımı “Ja Ja Nemlig” bir gün periye dönüşen bir adam ve bir kadının hikayesine odaklanan zarif bir kukla oyunu. Claus Mandoe nefis bir vokalle anlatıcılık yaparken, Loui Danckert kuklaları oynatıyor. Black Box Theatre & Dance Company’nin sahnelediği “Fear” ise adından da anlaşılacağı üzere korkularımıza odaklanan bir dans gösterisi. Son derece enerjik bir koreografiye sahip olan gösteri üç genç dansçı tarafından başarıyla icra ediliyor.

Dansk Rakkerpark topluluğunun sahnelediği “Psycho-Street Cut” oyunu ise festival izleyicisi diğer arkadaşlar tarafından beğeniyle karşılansa da, ben oyunun dramaturjik sorunlar içerdiğini düşündüğüm için oyunu beğenmedim. Çok iyi paketlenmiş ve göz boyamayı bilen ama zayıf -ve hatta sorunlu- bir içeriğe sahip oyun. Oyunun kullandığı anlatım araçları dikkat çekici (Yıllar önce sahnelediğimiz “Galip Sokaklara Talip” oyununu hatırlattı bana): Yan tarafta zaman zaman oyuna da dahil olan ve oyundaki bütün ses efektlerini bir mikrofonla yapan, aynı zamanda da enstrüman çalan bir sesçi-oyuncu var. Sahnedeki oyuncular nadiren söz kullanıyorlar, ağırlıklı olarak fiziksel aksiyonlar ile Hitchcock’un “Sapık” filminin özetlenmiş bir versiyonunu oynuyorlar. Anlatım üslubu çekici ve icralar enerjik olsa da zaman zaman cinsiyetçi bir dramaturjiye teslim olan, zayıf espriler oyuna gölge düşürüyor.

Türkiye’de izleme fırsatı bulamadığım Mish Mash’in 40 dakikalık “Romeo & Juliet”i enerji dolu, keyifli bir gençlik tiyatrosu örneği. Tiyatro Bereze’den Elif Temuçin ve Erkan Uyanıksoy’un Jens Molander ve Paivi Raninen ile bir araya gelerek kurdukları Mish Mash Shakespeare’in ölümsüz eserini genç seyircinin ilgiyle izleyeceği eğlenceli bir üslupla, fiziksel tiyatronun olanaklarını sonuna kadar kullanarak  başarılı bir biçimde icra ediyor.

Ve son olarak Paolo Nanni. “Jekyll on Ice” isimli gösterisiyle üstat bize palyaçoluğun en iyi örneklerinden birini sundu. Tüm seyircilerin kahkahalarla seyrettiği ve sık sık seyircilerin  kendilerini oyunun içinde bulduğu bu interaktif gösteri müthiş bir oyunculuk ziyafetiydi.

Festivalin geneline baktığımızda çok fazla sayıda gösteri olduğunu, sürekli oyundan oyuna koşmak durumunda kaldığımızı söyleyebilirim. Bundan şikayet etmek tuhaf görünebilir ama böyle zengin bir programda da oyunlar üzerinde çok fazla düşünüp fikir yürütememek, “tüketici” bir ruh haline girmek, sürekli “aman ne kaçırıyorum” duygusu yaşamak riskine dikkat etmek gerek. Bunun yanı sıra oyunların yanı sıra çocuk ve gençlik tiyatrosu üzerine çalışma yapanların deneyim ve birikimlerini paylaşabileceği, kendilerini geliştirebilecekleri atölye, seminer, konferans tarzı etkinliklerin daha fazla sayıda olması faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Ama bu haliyle de alanın başarılı örneklerini izleyebilmiş olmanın çok geliştirici, ilham verici bir deneyim olduğunu vurgulamalıyım. Alanın gerek Türkiye’den katılan gerekse uluslararası temsilcileriyle tanışmış olmak da cabası. Danimarka çocuk/gençlik tiyatrosu alanında çok ileri bir ülke. Bu alanda çalışan Türkiyeli sanatçıların Danimarkalı meslektaşlarıyla deneyim ve birikim alışverişinde bulunması çok değerli; bu türden buluşma olanaklarının artırılması ve Türkiye’de de çocuk/gençlik tiyatrosu festivallerinin artması dileğiyle…

Ahmet Cüneyt Yalaz, Tiyatro Boğaziçi

 

 

 


02.06.2017